Yol bir yere gitmez…

October 27th, 2005

Hayatımın en güzel manzaralarına yolculuklarım sırasında rastlıyorum. işte yine bir akşamüstü yoldayım. Güneş de batmak üzere. O doyumsuz turunculuk gözlerimin önüne serili. Birazdan gökyüzü hafiften kızıla dönecek sonra mora sonra ufuktaki turunculukla birlikte önce o eşsiz parlament mavisine sonra da koyu laciverde doğru yol alacak. Ardından ışıkları kapatacak şoför ve ben kendimle baş başa kalacağım.

Yolculukta sohbet etmeyi seven insanlardan değilim, sadece kendime ayırdığım bencil zamanlarım bu saatler. Bir de güzel bir müzik olursa değmeyin keyfime… Bu saatlerde yanımda oturan en yakın arkadaşım bile olsa benimle bir şey konuşmamaya dikkat eder. Bilir ki ben zaten kendi kendimle konuşuyorum, sözümü kesmez. Kabuğuma çekilmeme izin verir. Kozama mı demeliyim yoksa?

Hayatın koşuşturmasında kendime soru sorma fırsatını ancak başımı yastığa koyunca buluyorum, o zaman da bazen öylesine bitap düşmüş oluyorum ki beynim sorduğum sorulara cevap vermek istemiyor. Fakat bu uğultu içinde soruyorum sorularımı, hepsini bir bir cevaplandırıyorum. Camdaki yansımama bakıyorum, hiç ben gibi değil. Herkesin bildiği ben oyum evet ama benim bildiğim kendim ondan farklı, şimdi onu irdeleme zamanı. Kendimi çözüyorum. Yeni kararlar alıyorum.

Yoldayken zaman duruyor sanki. Okul, dertler, sorunlar, para hesapları,dersler yok. Evlerin, ağaçların önlerinden hızla geçerken zaman geriye akar gibi… Bir düğmeye bassam hatalarımı düzeltebilirmişim ya da mutluluklarımı yeniden yaşayabilirmişim gibi. Bu gerçek olmasa da bir gerçek var ki benim de yapmaya çalıştığım o: herhangi bir hata yapıp insanlara bıraktığım yaraları, izleri silmek. Yaralardan sonra mutlak bir şeyler kalır geride bu kaçınılmaz gerçek; ama bağlarımız yeterince güçlüyse kalanları yok saymak mümkündür. Yol akarken bana düşen düğmeye basıp hangi yarayı, nerde, ne zaman saracağıma karar vermek oluyor. Yol akarken mi dedim? Yol bir yere gider mi? Yılmaz Erdoğan ın dediği gibi yol bir yere gitmez, o bir susma biçimidir, soğuk bir taşıtın uğultusunda işte benim de demek istediğim bu…

Genelde insanları kıran biri değilimdir, kırarsam da erken özür dilemeyi bilirim, bu yüzden pişman oluşlarıma şahit olmaz genelde otobüsler. Daha çok kaçırdığım bir sıcak gülüşe, bir bakışa yanışlarım olur ellerimde. Yaptığım iyilikleri hesaplarım, bir de hatalarımı. Eğer artılarım eksilerimden fazlaysa kocaman bir gülümseme yayılır yüzüme… Ve hayallere dalarım… Sanırım bu gece de bunu hak ettim. Åžimdi başımı cama dayayıp önünden geçtiğimiz şehirlerin ışıklarını izleyebilirim.

…
…

Yüzümde bir gülümsemeyle hayallere daldım… Gözlerimi kapadım. Gözlerimi açtım. Karşıdaki köylerin ışıkları göle yansıdı. Yıldızlar yanıp söndü ve bir yıldız kaydı. içimde bir panikle dileğimi tuttum. Gözlerimi kapadım yine… Ve müzik başladı…

It s the first day of the rest of your life…

Sustum…

- Kelebek

Köşedeki tüm yazılar :

genel

Tek bir wıbılan var Durma, sen de wıçkır:

  • 1. blade  |  November 11th, 2005 at 16:06

    Yine sayin Kelebek, kendini dunyanin eksenine koyup, oz elestiri yapmasini bilmis. Guzel tespitlerle bir yolculuk esnasinda dusunulen seylerden bir parca sunmus. Bu guzel yazi icin tesekkur ediyor, devamini diliyorum.

Wıbıl:

Buraya wıbılanlar:  | 


Köşeler

En Son Yazılar